kırmızı ayakkabılar hikaye deli abdal

Kırmızı Ayakkabılar

Selim, bir sabah uyandığında, rüyasından sadece şu cümleyi hatırlıyordu : “Kuş gibi hafifleyeceksin, yeter ki biraz cesur ol !”

Yatakta, gözlerini tavana dikerek detayları hatırlamaya çalıştı ama rüyaya dair hemen her şey silinip gitmişti… Yalnızca, elinde asa, baston ya da ona benzer uzun bir cisim olan ipince beyaz bir siluet, ikna edici bir ses tonuyla hayal meyal zihninde canlanıyordu. Bunun bir ak sakallı dede olma ihtimali, onu sabah sabah bayağı eğlendirdi. İçinden, “Sana saygısızlık ettiğimi düşünme ihtiyar ama altı üstü bir rüya, çok da ciddiye alamayacağım !” , diyerek yatağın kenarına gülümseyerek oturdu. Ayaklarını yere doğru sarkıtmış, hala tam uyanamamıştı.

Tabanları soğuk zemine değdiği anda kritik eşiği aştığı için rahatladı, “Tamam, en zor kısmı bitti. Bir kere ayağımı yere bastım mı artık uyanmış sayılırım !” Erken kalkmaktan nefret ediyor, ideal bir işin sabah on gibi başlayıp, öğleden sonra üçe doğru bitmesi gerektiğine inanıyordu. Maalesef dünya onun inançlarına göre şekillenmediğinden, bir iş gününe daha sabahın köründe başlayacaktı !

Enerjisi o kadar düşüktü ki ne giyeceğini fazla düşünmeden dün giydiği siyah kotu ve koltuk altını koklayarak temiz olduğuna kanaat getirdiği kırmızı siyah oduncu gömleğini üzerine geçirdi. Aynada kendisine biraz çeki düzen verdikten sonra mutfakta kalan son muzu midesine indirerek küçük bir kahvaltı yapmayı da ihmal etmedi.

Ayakkabılığın kapısını açıp, aralıksız giyilmekten eskimeye yüz tutmuş siyah çifte uzanırken gözüne birden bire kırmızı olan takıldı. Bu deri ayakkabıyı o zamanki kız arkadaşının ısrarıyla yaklaşık bir sene önce almış, denediği gün hariç bir kere bile giymemişti. Diğerlerinin yanında öyle aykırı duruyordu ki bu aykırılık Selim’de garip bir tedirginlik yaratıyordu. Yine de çok rahat, ayağı çorap gibi saran bir kalıbı olduğunu hatırlıyordu. Görünen o ki böyle giderse, rahatlığı da bu zavallı ayakkabıyı kurtaramayacak, unutulduğu dolapta çürüyüp gidecekti.

kırmızı ayakkabı deli abdal

 

Kırmızı olması yetmiyormuş gibi bir de deri olması, ön planda olmaktan her zaman çekinmiş birisi için gerçekten fazla iddialıydı. Sanki onu giyerse çok dikkat çekecek, herkes ona bakacak, olmadığı biri gibi göründüğü için rahatsız hissedecek, eli ayağına dolaşacaktı. Bu düşüncelerle ayakkabıya bakarken onun yavaş yavaş değiştiğini fark etti. Büyüyerek rafına sığmaz hale geliyor, varlığıyla onu tehdit ediyordu. Biraz daha beklese, bu şer çiftinin onun üzerine çıkıp tepineceği kesindi. Ya da ona öyle geldi. Dolabı tam bir panik havasında kapattı.

Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Bir elini göğsüne koyup, “Sakin ol Selim, saçma sapan şeyler düşünme. Siyah çifti giyersin olur biter. Geçti bitti.” , diyerek kendini telkine girişti. Dışarda yağmurlu bir hava vardı ve portmantoda asılı beyaz yağmurluk, sanki o siluet olarak karşısına dikilmiş, “Cık cık cık… Bu kadar mı senin cesaretin ? Ne yazık, sana güvenmiştim… ”, der gibi kafasını iki yana sallıyordu.

Geç kalmamak için artık evden çıkması gerekiyordu. Ayakkabılığın önünde bir süre kararsız kalarak bekledi. Dolabı yeniden açtığında deri ayakkabılar orada ne kadar da masum duruyordu. Sonra kulaklarında yine o ses çınladı, “Cesur ol !” Bunu duyar duymaz, ayakkabıları kaptığı gibi ayağına geçirdi, kapıdan çıkarak apartmanın basamaklarına doğru ilerlemeye başladı. İşte başarmıştı, hem de düşündüğünden de kolay. Arada ayaklarına bakıyor, meydan okuyordu “Bakalım neymiş sendeki keramet ? Dede haklı mı göreceğiz”

Yıllardır, sabahları hep yorgun hisseder, dünyanın tüm yükü omuzlarındaymış gibi evinin bulunduğu üçüncü kattan aşağı iner, ağır adımlarla otobüs durağına kadar yürürdü. Şimdiyse inanılmaz hafiflemiş hissediyor, adeta uçarcasına merdivenleri iniyordu ! Birden her şeyi çözmüş gibi, “Kuş gibi hafifleyeceksin…”, dedi, kendi kendine. Yine de bu değişimi, biraz önce yaşadığı adrenalin dolu anların süren etkisi mi, yoksa ayağındaki papuçlar mı sağlamıştı emin olamadı. Apartmandan çıktığı anda, yağmurdan korunmak için arabaların altına saklanmış tüm kediler dışarı çıkarak büyülenmiş gibi ona bakmaya başladılar. Sanki bir resmi geçit için toplanmış, şanlı komutanlarına selam durmak için bekliyorlardı.

İnsanlarla iletişiminde de bazı farklılıklar gözlemledi. Mahallenin bakkalı ta uzaklardan, “Selim bey günaydın, nasılsın bu sabah ?” diye seslenmiş, “İyiyim teşekkürler, sen nasılsın Mehmet ağabey ?” karşılığına ise elini kalbine götürerek “Eyvallah, hamdolsun” manasına gelen sevgi dolu bir jestte bulunmuştu.

Durağa yaklaştığında da durum çok farklı değildi. Tentenin altına sığınarak otobüs bekleyen herkes ona bir süre beğeniyle bakmış, gülümsemişlerdi. İyiden iyiye önemli biri gibi hissetmiş adımları netleşmiş, vücut dili değişmişti. Artık hiç şüphesi kalmamıştı, tüm bunların nedeni kırmızı ayakkabılarıydı.

Ayrıca, hiç de düşündüğü gibi olmamış, herkesin ona beğenerek bakması çok hoşuna gitmiş, özgüveni tavan yapmıştı. Kim bilir belki de dünya gerçekten bir oyun sahnesiydi ve o ilk defa bir oyunda başroldeydi.

Ofiste daha önce pek uğramadığı katlarda sırf ayakkabısını göstermek için kendinden emin bir şekilde geziniyor, insanların övgülerini topluyordu. “Selim, bu ne kadar güzel bir ayakkabı !”, “Ayakkabılara bak ateş ediyor !” ya da “Çok yakışmış, ne kadar farklı bir hava vermiş sana…” gibi iltifatlar artık onun için sıradandı. Demek ön planda olmak, beğenilmek, takdir görmek böyle duygulardı. Bir ayakkabının hayatını bu derece derinden etkileyeceği hiç aklına gelmemişti. “Tabii” ,dedi, “aptal kafam, ak sakallıyı nasıl unuttum ! Bunlar hep o mübarek insanın sayesinde !” Bunu der demez de sabah uyandığında dedeyi küçümsediği için biraz utandı.

Uzun zamandır bu kadar güzel bir gün yaşamamıştı. Sanki hit bir şarkı yaparak geceden sabaha ünlü olmuş popçular gibiydi ancak onlardan çok büyük bir farkı vardı : ayakkabılar ve dedenin desteğiyle daha uzun yıllar meşhur kalacağı aşikardı !

Mesai bittiğinde bu defa otobüse binmemiş, yürüyerek eve dönmeyi, sihirli ayakkabıların tadını çıkarmayı tercih etmişti. Yolda sınırlarını zorluyor,  tüm duvarların üstüne kedi kadar rahat sıçrayarak çıkıyor, aynı yumuşaklıkta geri iniyordu. Kendisini kırmızı deri ayakkabılı bir süper kahraman olarak görmesine ramak kalmıştı. Yol üstündeki bir alışveriş merkezine girerek bu unutulmaz günü harika bir yemekle taçlandırmaya karar verdi.

AVM’ nin yemek bölümüne ulaşmak için yürürken vitrini hayli renkli olan bir mağazanın tam önünde o tanıdık sesi yine duydu “kuş gibi hafifleyeceksin !” Anlaşılan, dede onu yalnız bırakmıyor, sesi hep kafasının içinde dönüp duruyordu.

Birden mağazada onu gördü. Beyaz gömlekli, ipince, elinde uzun bir ayakkabı çekeceği bulunan bu akça pakça satıcıyı görür görmez hatırladı.

Selim, tereddütle içeri girdiğinde her yerde şu slogan yazılıydı : “Cesur ol !”

Daha şaşkınlığını atamadan adam yanında bitmişti bile :

“Ağabey nasılsın ? Çekmişin bizim ayakkabıları. Nasıl ? Kuş gibi hafifledin değil mi ?”

 

cesur-ol-deli-abdal

Site Footer

Sliding Sidebar