Evinizde bir akşam yemeği vakti. Annen her şeyi hazırlar, baban yemek masasına teşrif eder, ağabeyin hemen babanın karşısında konumlanır. Sense arkadaşlarınla oynarken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığından annene söz verdiğin dönüş saatini her zaman olduğu gibi geçirirsin. Nihayet o, pencereden seslenerek seni, haylaz evladını yemeğe çağırır. Eve kan ter içinde geldiğindeyse biraz da masada bekleyen babandan çekindiği için sitemkar ama halden de anlayarak sorar : “ Neredesin sen ? Hadi hemen elini yüzünü yıka sofraya otur, herkes seni bekliyor.” Koşarak banyoya gider, sonrasında babanla göz temasından kaçınarak ama biraz da maçta attığın golün keyfiyle sofraya oturursun. Annenin sesindeki şefkat ömrün boyunca kulağından gitmez.
Genç bir kız, erkek arkadaşıyla buluşacaktı ama geç kalmış. Telefonu sürekli çalmakta. Zaten telaş içinde olduğundan açamıyor, yahut açmamayı, o sırada onunla yüzleşmemeyi tercih ediyor. Ya haksız olduğunu düşündüğünden böyle yapıyor ya da onun ters tavırlarını çekmek istemediğinden. İçinden, “On dakika ya ! On dakika sabret, geliyorum !” diyor. Durmaksızın çalan telefona daha fazla kayıtsız kalamayıp mecburen açacağını biliyor. Bu baskı dayanılır gibi değil. Telefon açılır açılmaz karşıdaki ona niye geç kaldığını sormayacak, yine geç kaldın da demeyecek. Bunları da adı gibi biliyor. Kendini suçlu hissetmesi için o tek soru yetecek : “ Neredesin sen ?” Biraz da abartarak soluk soluğa cevap verecek “Alo… Geliyorum az kaldı. Beş altı dakikaya oradayım… Annem son dakikada bir şeyler istedi, evden çıkamadım …” Karşıdaki hiçbir şey söylemeden susacak ve kapatacak. Kız tüm bunları düşünürken telefon sabırsızca çalmaya devam ediyor.
Otuzlarında bir erkek, işlerinin uzadığını söyleyerek eve hep geç geliyor. Bu gece de karısı, yine her zamanki gibi çocuklarını yatırmış, televizyonun karşısında onu beklerken uyuyakalmış. Yemek masasında iki temiz tabak var, belli ki yemek için onu beklemiş, aç yatmış. Adam, bir zamanlar aşık olduğu bu kadına suçlulukla bir yabancı gibi bakıyor. Bu işe bir son vermesi gerektiğini biliyor ama yapamıyor. Bir gece eve döndüğünde karısını evde bulamıyor. Korktuğu başına gelmiş olabilir mi ? Hemen çocukların odasına giriyor, ikisi de yataklarında, çoktan uyumuşlar. Rahatlıyor biraz. Cep telefonuna sarılıyor, aradığı numaraya ulaşılamıyor. Öfkeleniyor, defalarca o soruyu sorarak telefonu çeviriyor : Neredesin sen ! Neredesin sen !
“Artık çok mu geç, anladı mı ? Dönmemek üzere mi gitti ? Hayır, daha da kötüsü “onun da hayatında birisi var !” ,diye düşünürken karısı birden kapıdan giriyor. Elinde bir bakkal poşeti ve poşetin içinde iki paket sigara. Şaşkın şaşkın, darmadağın görünen kocasına duyacaklarından korkarak bakıyor. Yıllarca sırf bu an gelmesin diye ona nerede olduğunu hiç sormamış. Adam daha fazla dayanamıyor. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak kadının ayaklarına kapanıyor her şeyi itiraf ediyor.
İhtiyar bir adam masada tek başına oturmuş rakı içiyor. Önünde bir parça kavun ve peynir, elinde külü uzamış bir sigara. Gözleri uzun zamandır sabit bir noktada takılı kalmış : Tam karşısında uzun zamandır boş kalmış bir sandalyeye… Sanki ondan bir şeyler bekliyor. Sanki çaresizce onu anlamasını istiyor. “Şimdi”, diyor, içinden, “sen burada olsaydın, karşımda dursaydın, şurada oturdaydın, yeterdi. Bir kadehten sonra ikinciyi verirken yine kızsaydın bana: çok içiyorsun, içme sağlığına zarar, sen bize lazımsın”, deseydin. Nerden bilebilirdim benden önce gitmeye bu kadar meraklı olduğunu ? Bilsem daha da çok içer, sıramı sana kaptırmazdım ! Keşke, mutlu etmek için bir kere olsun dinleseydim seni. Bir duman daha alıyor sigarasından, onun da sorusu hasret dolu, üzgün, meraklı : “…gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen ?”