drogo saksı deli abdal

Tabyasındaki Saksı

Penceremden ne zaman dışarı baksam gözüm sürekli ona takılıyordu. Sitedeki bir apartmanın en üst katının balkonunda yapayalnız ama kendinden emin etrafı seyrediyordu. Saksının tabanı balkon duvarına çok sağlam basıyor, içindeki toprağın ağırlığı ona güven veriyor olmalıydı. Duvarın en uç noktasındaki köşede siteye hakim bir noktadaydı ve yakınında görüş alanını kapatan ne bir bina, ne başka bir saksı vardı. O kadar uçtaydı ki balkonun zeminine düşmesindense o yükseklikten en aşağı düşmesi daha olası görünüyordu. İçinde ne tür bir çiçek olduğunu bilmediğim bu kil saksı kim bilir neler neler görmüş geçirmişti?

Onu bir an tutkunun kanatları filminde binaların tepesinde konuşlanarak insanları izleyen, düşüncelerini okumaya çalışan meleklere benzettim. Sanki  ellerini  arkasında kenetlemiş, sitede olan biteni tüm çıplaklığıyla görüyor, bütün  sırları kendine saklıyor, yetkisi olmadığı için de hiçbir şeye müdahale etmiyordu. Yine de hemen binanın altında bir kavga olsa onları ayırmak için aralarına atlayarak kavgayı ayırabileceğini hayal ettim. Hem de bu  eyleminin kendi yanısıra çiceğinin de yok oluşu olduğunu bildiği halde. Belki de bu tip kahramanlıklara saksılar dünyasında, insanlar dünyasında olduğundan daha sıcak bakılıyordur. Çünkü en gözü kara insan bile bir kavgayı ayırmaya çalıştığında kendisine ne olacağını elinde olmadan az da olsa düşünür.

wings of desire deli abdal

İçimden, ona bundan aylar önce ardında iz bırakmadan ortadan kaybolan sitenin emektar kedisi Osman’a ne olduğunu sormak geçti. Eğer neler olduğunu ilk ağızdan anlatabilecek birisi varsa o da şüphesiz bu saksıydı. Onunla mutlaka iletişime geçmeliydim ama bunu nasıl yapacağımı kestiremiyordum. Hem belki de Osman’la ayrı bir arkadaşlıkları, iletişim düzeyleri vardı. Peki o da beni görüyor, benim onun için kafa patlattığım kadar o da beni düşünüyor muydu? Bunu bilmeme elbette imkan yoktu.

O anda onun etraftaki tüm saksı çiçeklerinden daha şanslı olduğunu düşündüm. Hislerim onun şu anda olduğu yerden başka hiçbir yerde olmak istemeyeceğini söylüyordu. Tabii ki orada bulunmasının bir sürü kötü tarafı da olabilirdi. Yalnızdı. Dört mevsimi de yaşıyor, rüzgardan, güneşten, yağmurdan, kardan nasibini fazlasıyla alıyordu. Hatta yüzeyinde kırılmaya yüz tutmuş çatlaklar bile oluşmuş olabilirdi. Ama bir ev saksısının bir ömür boyu yaşayamayacağı şeyleri, belki bir gün içinde defalarca yaşıyor, var olduğunu hissediyordu.

Tedirginlikleri de vardı elbet… Belki haylaz bir torun balkonda koşarken ona çarpacak ve yıllar süren serüveni o anda sonlanacaktı. Ya da artık ev sahibesi balkonunda onu görmekten sıkılacak, onun yerine başka bir saksı koyacaktı. Aslında bu hayatının akışında doğal bir şey de olabilirdi tabii eğer sadece saksıyı düşünerek böyle bir şey yapıyor olsalardı. Ama her zaman konuşulan, düşünülen çiçek olurdu. Yine de bu duruma bir an olsun bile haset etmediği gibi kendi değerinin başkaları tarafından belirlenemeyeceğine kanaat getireli herhalde bir on sene kadar oluyordu. Bütünlüğünü korumaya önem veriyor, tüm varlığıyla toprağı ve çiçeği sarıp sarmalıyordu.

Ona çok sevdiğim bir kitaptan yola çıkarak Drogo adını vermem çok sürmedi. Balkon onun kalesiydi ve o kalesinin tabyalarında karşıdan gelebilecek her saldırıya karşı sitemizin sınırlarını koruyor, yirmi dört saat nöbet tutuyordu. Kaderi de biraz onunkine benzemiyor değildi hani… Belki gitmeyi, bulunduğu yerden daha farklı bir yerde olmayı zaman zaman istiyordu. Ama bir mucize veya yıllardır beklediği sıra dışı bir şeyi hala bekleyerek tüm bu duygularını bastırıyor, orada yıllarca durmasının sonuncunda ‘yıllarımı işte bu an için verdim’ diyebileceği o anı bekliyordu. Sanki benim hatta bu sitede oturan herkesin güven içinde uyumasını sağlamak için orada duruyor, kimsenin yaptığı bu fedakarlığın farkına varmasını umursamıyordu bile. Tamamen hesapsız ve doğaldı. Bu yüzden Drogo’ya olan merağım günler içinde katlanarak büyüdü.

Her sabah ilk iş ona bakıyor, hala orada olduğunu gördüğümde gönül rahatlığıyla işe gidiyordum. İşten dönerken de kafamı yukarı çevirip hafif bir selam veriyordum. Bazen rüzgar estiğinde çiçeğiyle bana karşılık verdiğini hissetsem de benim ne kadar farkımdaydı bilmiyordum. Bilinç düzeylerimiz bir noktada buluşabilir miydi? Onu da bilmiyordum. Yine de bir gün onunla konuşabileceğimi, kafamdakileri sorabileceğimi içten içe seziyordum.

Onun dikkatini çekmenin bir yolu olmalıydı. Artık camı açtığımda müziğimin sesini de açıyor sürekli içinde çiçek, saksı geçen şarkılar çalıyordum. Fakat tüm bunlar hiçbir işe yaramamıştı. Sanıyorum bu şekilde iki ay kadar geçti. Müziği karşı apartmandan duyulacak kadar açıyor neredeyse tüm siteye dinlediğim müzikleri ister istemez dayatıyordum. Arada sırada pencerelere insanlar çıkıyor, bana bakıyorlardı. Bense elimde sigara sadece saksıya odaklanmış hiçbir şeyi önemsemiyordum. Yine böyle bir akşam kapım çaldı. Kim o dediğimde, “Zabıta”, cevabını aldım. Apartmanın giriş kapısını açtım ve dairemin kapısında bekleyemeye koyuldum. Merdivenden çıkan zabıtaların ayak seslerini işitebiliyordum.

Son düzlükte emin adımlarla, resmi kıyafetleriyle, ödünsüz bana doğru yaklaşan iki zabıta daha beni görür görmez yaşça ileri olan konuşmaya başladı,

“Merhaba beyefendi, hakkınızda şikayet var?”

“Merhabalar, hayırdır?”

“Gürültü yapıyormuşsunuz. Siteden bir ihbar aldık, sesi kısmanızı isteyeceğiz.”

“Anlıyorum ama yapamam…”

Özellikle genç olan şaşırmıştı, ama konuşan yine ötekiydi,

“Bunun cezai yaptırımı vardır, size ceza kesmek zorundayız.  Ayrıca şikayetler devam ederse bunun hapis cezası vardır.”

“Anlıyorum, ama Drogo ile ancak bu şekilde iletişim kurabileceğimi düşünüyorum”

Genç olanın gözleri büyümüştü, diğeri ceza makbuzunu yazarken genç zabıta kendini tutamadı,

“Pardon Drogo mu dediniz?”

Diğeri o anda genç olana öyle bir bakış attı ki sanki “neden ayrıntılara giriyorsun çaylak!” der gibiydi.

“Gelin size tanıtayım Drogo’yu, buyrun içeri. Ayakkabılarınızı çıkarmayın lütfen, olduğu gibi girin”

Birbirlerine neler oluyor burada der gibi baktılar ama benim ısrarlarım karşısında artık salonumdaydılar. Pencereden sola bakmalarını istedim, gece olduğu için tam seçilemese de Drogo her zamanki gibi oradaydı.

“İşte orada tüm bu sitenin polisi, zabıtası, ajanı, ağabeyi, her şeyi Drogo”, diyerek parmağımla balkonu işaret ettim. İkisi de balkona bakıyor ancak gözleri muhtemelen bir insan arıyordu. Tecrübeli olan yazdığı makbuzu yanındakine uzatarak çok geçmeden bana dönerek öfkeyle sordu,

“Orada kimse yok beyefendi, siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz?”,

“Bakın dikkatli bakın… Sanki yüz yıldır duran bir saksı var orada, Drogo… Görmüyor musunuz? Onunla iletişime geçmem gerekiyor”

teğmen drogo

Şimdi dapdar pencereden iki zabıta birden dışarı sarkmış saksıya bakıyorlardı. Bu arada zabıtanın çakarları binanın önünde duran araçta hala çalıştığından sitede bir sürü insan muhtemelen beni şikayet eden de dahil, pencerelere çıkmış neler olup bittiğini merak ediyorlardı.

Devam ettim,

“Benim ona soracağım sorular var. Onunla ancak bu şekilde konuşabileceğimi düşünüyorum. Kimseyi rahatsız etmek gibi bir niyetim yoktu. Sadece çaresizim… Saksıyla başka türlü bir iletişim kurabileceğimi söylerseniz onu da denerim. ”

Genç olan diğerine aldırmadan soruverdi,

“Ne soracaksınız ona?”

“Benim için önemli soruları?”

“Mesela?”

Bu arada diğer zabıta hala Drogo’ya dikkatle bakıyordu.

“Osman’a ne oldu? Ona kim ne yaptı? “

“Osman kim?”

“Osman bu sitenin bilge kedisiydi. Önce yavru kedilerin yemesini bekler, sonra kendisi yerdi. Bir çok şeyi çözmüş gibi bir hali vardı. Ama birden ortadan kayboldu.”

“Kedi mi? Siz ortadan kaybolan bir kediyi, bir saksıya mı soracaksınız?”

“Kime sorayım? Siz biliyor musunuz ona ne olduğunu? Tabii ki sitenin en hakim noktasındakine sormam gayet mantıklı. Sadece nasıl sorabileceğimi bilmiyorum.”

Bana endişeli gözlerle bakıyorlardı hatta hasta olduğumu bile düşünmüş olabilirlerdi ama hiç umurumda değildi.

“Bakın,” diye devam ettim, “insanların umursamazlığından o kadar bıktım ki çareyi bir saksıda arıyorum. Bence bu saksı bu sitedeki herkesten daha dürüst olabilir. Bana her şeyi anlatabilir. Ya da sadece kısacık bir şey de söyleyebilir bunun bir önemi yok. Önemli olan benim ona tüm insanlardan daha fazla inanıyor oluşum. ”

İkisi de beni anlamaya çalışıyorlardı. Uzunca bir sessizlikten sonra,

“Benim de bir kaktüsüm var”, dedi, birden tecrübeli olan, gözleri parlamıştı,  “Her gece onunla dertleşirim, onu dinlerim. Beni herkesten daha iyi anlayabildiğini düşünüyorum. Sizi anlayabiliyorum. Her dikenini tek tek öper, gözlerimi kapar onun soluk alış verişini dinler öyle yatağıma girerim.”

Genç zabıta şoke olmuş diğerini dinliyordu. Sanıyorum ilk defa ondan böyle duygusal şeyler duyuyordu. Diğeri devam etti,

“Hadi biz gidelim artık. O makbuzu da yırtalım. Gerek yok”

En baştaki o sert adam gitmiş, yerine halden anlayan kalender bir adam gelmişti sanki,

“Siz de kimseye söylemeyin. Sadece biraz daha kısın sesi yeterli. Umuyorum sorularınızın cevabını alabilirsiniz.” diyerek devam etti.

Genç zabıta bu defa olan bitene anlam veremeyerek, “Ama amirim, gürültü…”, diyecek oldu.

“Sen orasını düşünme. Hayatta gürültüden, cezadan daha önemli şeyler vardır. Bunu zamanla sen de benim gibi anlayacaksın”

Olanlar karşısında minnetle elimi uzatarak,

“Teşekkür ederim beni anlayabildiğiniz için… Yanlış anlaşılmaktan çok korkarım”, dedim.

“İyi geceler, Drogo’yla konuşabilirseniz selamımızı söyleyin.”

“Hay hay!”

Zabıtalar gittiğinden beri müziği biraz kısmış ama gözlerimi ondan ayırmamıştım. Saat gece iki gibiydi ve ben ‘sardunyaya ağıt’ı çalıyordum. Birden nerden estiğini anlayamadığım bir rüzgarla saksının çiçeğinin bana doğru döndüğünü gördüm. Sanki rüzgarın sesi her zamankinden daha farklı geliyordu. Gözlerimi kapadım ve uzun süre onun frekansına inmeye çalıştım. En sonunda çok net olmasa da Drogo’nun bana rüzgarla gönderdiği mesajı algılayabiliyordum,

“Os-m-ann ya-şşş-ı-yorrrrrr ve çç-çok-kkk m-u-tluu.”

Bu belki sadece duyduğumu sandığım, duymaya ihtiyacım olan bir şeydi… Belki gerçekti. Hala bilemiyorum…

Duyar duymaz gözyaşlarım yanaklarımdan aktı gitti. O an sadece içimden, “Biliyordum, Osman’a bir şey olmayacağını biliyordum!” ,diye geçiriyordum. Rüzgar sanki görevini tamamlamış, bana mesajı iletir iletmez başladığı gibi aniden kesilmişti.

Tabyasındaki Drogo’ya doğru biramı ‘sana’ diyerek kaldırdığımda tam da dinlediğim şarkının en sevdiğim yeri çalıyordu,  “bir çiçek büyütmüşüz, saksıya sığmaz

Pencereyi kapattım, uzun aylar sonra ilk defa huzurlu olarak yatağıma girdim…

 

 

 

deli-abdal-hikaye-blog

Mutlu Son

tas-valide-han-hikaye

Taş

yalnızlık deli abdal sandalye

Son Sandalye

Site Footer

Sliding Sidebar