Onu barda gördüğüm ilk andan itibaren sevmiştim. Yüksek masalardan daha da yüksekteki bir rafta duran onca çiçeğin arasında tüm naifliğiyle bana gülümsüyordu. Saksısında, fırça darbeleriyle boyanmış totem tanrılarına benzer ilginç figürler vardı. Uzun süre onun yakınına bile oturmadım. Tam karşıdan görebileceğim uzakta bir yerden güzelliğini izlemeyi daha anlamlı buldum. Hep neden diğer çiçeklerden farklı olduğunu düşündüm. Neden ilgimi o çekiyordu da başkaları değil?
Diğerlerine tarafsız bir gözle tek tek baktım. Hepsi de albenili, hatta kimisi ondan daha ihtişamlı çiçeklerdi. Ama ben sadece onu görüyordum. Bakmakla görmek arasındaki farkı bana anlatmak için mi oradaydı bu dikenli güzellik? Sanıyorum doğasından gelen muhteşem ayrıksılığı en önemli nedendi. Belki, saksısındaki totemin insanlar üzerinde onu daha çekici kılan bir büyüsü vardı? Ya da sadece sıradan bir kaktüstü ama ben ona farklı anlamlar yüklemiştim. Muhtemelen bu sonuncusu doğru olandı. Yine de onda başka türlü bir şeyler olduğunu içten içe hissediyordum. En azından öyle olmasını istiyordum…
Ne zaman oraya gitsem, sarı ışığın gölgesindeki bu kaktüsün orada olduğunu bilmek beni garip şekilde mutlu ediyordu. Onu, sanki benim dikenlerimden de anlayacak, yargılamayacak bir insan kadar kendime yakın buluyordum. Kendime benzetiyordum. Sanıyorum sadece ikimizin üye olduğu gizli bir kardeşlik örgütü bile kurmuştum: diken kardeşliği. O henüz bunun farkında ya da değildi, olsun. Nasıl olsa zamanı geldiğinde ona kendim anlatacaktım.
Bir gün bara gittiğimde gözlerime inanamadım. Totemli saksı yerinde duruyordu ama içine bambaşka bir çiçek yerleştirmişlerdi. Fırça darbeleri sanki epey canlanmıştı. Anlaşılan bir revizyon yapılmış, benim buradaki tek arkadaşım ustalıkla ortadan kaybedilmişti. Kim neden böyle bir şey yapmıştı? Doğrusu aklım almıyordu. Barda servis elemanı olarak çalışan Cemil’i çağırarak aklımdaki soruyu olduğu gibi sordum,
“Ya Cemil, şurada bir kaktüs duruyordu ne oldu ona? Neden değiştirdiniz?”
Şöyle bir düşündü,
“Kaktüs mü?”
Biraz içerlemiştim. Soruyu öyle bir tonda sormuştu ki sanki kaktüs hiç var olmamıştı, ben uyduruyordum. Üsteledim,
“Evet, şuradaydı işte. Şu an aşk kelebekleri gibi davranan iki sevgilinin oturduğu masaya yakın duruyordu. Dikenleri mi fazla geldi?”
“Bilmiyorum ağabey, farkında değilim”
Sinirlenmiş, tüylerim diken diken olmuştu,
“Tamam Cemil, eyvallah…”
Tadım büsbütün kaçmıştı. Kurduğum kardeşlik örgütünün artık tek üyesi bendim ve bu hiç iyi hissettirmiyordu. Ayrıca nasıl oluyordu da bunca zamandır burada çalışanlar onu fark etmiyorlardı? Budalalar! Saksıdaki totemin renkleri sanki halime sırıtır gibi iyice canlanmıştı. İçkimi bile bitirmeden mekandan kalktım gittim. Şimdiye kadar hiç böyle bir şey yapmadığım için bu beni tanıyanlar için çok şaşırtıcı bir hareketti. İçimden, “Tepkimi göstermeliydim, ne yani kafalarına göre güzelim kaktüsü ne için oradan kaldırıyorlar ki? Umarım anlarlar da hatalarından dönerler!”, diye geçiriyor ama olumlu bir gelişme de beklemiyordum.
Üç dört gün sonra biraz sakinleşince yeniden barın yolunu tuttum. Sağıma soluma bakmadan bir masaya oturdum. Başımı kaldırdığımda insan kalabalığının arasından onu gördüm. İşte yine oradaydı! Sanki hiç gitmemiş gibi. Dikenleri son gördüğümden de canlıydı. Totemse biraz soluk gibiydi. Yanındaki masada bu defa hararetle politika tartışılıyor, taraflar birbirine hayli sert sözler söylüyorlardı. Ortam çok gergindi. Benimse hiçbir şey umurumda değildi. Eski dostuma bakıyor, “iyi ki tepkimi dile getirdim, ağlamayana meme yok” diye düşünerek geri dönüşünden kendime pay çıkarıyordum.
O sırada uzaktan Cemil’i gördüm. Eyvallah gibilerden, yüzümde samimi bir gülümsemeyle elimi kalbime götürdüm, gözlerinin içine baktım. Bir süre sanki ne olduğunu anlamamış gibi duraksadı, sonra o da gülümseyerek tedirgin karşılık verdi. Hem beni dinledikleri için hem de kaktüsü bakıma aldıkları için mekana olan bağlılığım yeniden oluşmuştu.
Nihayet masadaki hararetli grup kalkmıştı. Şimdi masa boştu. Gidip diken kardeşimi daha yakından tanımak için bundan daha iyi bir zaman olamazdı. Ona karşı o kadar sevgi doluydum ki bu duygularıma kendim bile anlam veremiyordum. Ona en yakın yüksek sandalyeye oturarak bir süre ne diyeceğimi düşündüm. Sanki sevgilisine açılacak acemi bir aşık kadar heyecanlıydım. Kardeşliğimiz hakkında bir şeyler fısıldayarak, onu kendim gibi gördüğümü anlatarak yahut yokluğunda çok kötü hissettiğimi söyleyerek söze başlamak en doğrusuydu.
Bu amaçla yüzümü ona doğru çevirdiğimde yerinde yeller esiyordu. Önceki sefer kaktüsün yerine koydukları çiçekten de daha yumuşak hatlı bir çiçek gelmiş saksıya yerleşmişti. Çok güzel bir çiçekti ama burada neler dönüyordu? Akıl sağlığımdan şüphe etmeye başlamıştım. Biraz önce, henüz beş dakika önce orada bir kaktüsün olduğuna tüm varlığımla yemin edebilirdim! Hayır yanılıyor olamazdım. Hemen Cemil’i çağırdım.
“Cemil, siz dalga mı geçiyorsunuz adamla?”
“Nasıl ağabey?”
“Oğlum neden çiçeği sürekli değiştirip duruyorsunuz.”
“Ağabey biz bir şey yapmadık ki?”
Çiçeği göstererek söze girmiştim ki,
“Az önce burada bir kak….”
Kaktüs yine saksıdaydı… Dikenleri o kadar gür değildi ama oradaydı. O şokla öylece ona bakakaldım… Nasılsa Cemil’in seslenmesiyle kendime geldim…
“Ağabey, iyi misin? Su getireyim mi?”
“Yok Cemil kusura bakma, biraz uykusuzum ondan oluyor heralde.”
Cemil yanımdan ayrılmıştı. Dikenine dokunmak için elimi kaktüse doğru yaklaştırdım. Dokunmak istediğim her diken sanki canımı acıtmaktan kaçınıyor, parmağım yaklaştıkça küçülüyordu. Bir şey nasıl bu kadar değişken olabilirdi? Ne kadar büyülü ve güzel olduğunu düşünürken tüm dikenleri birdenbire kayboldu.
Benim dikenlerimden o anlayacak diye düşünürken ben onun dikenlerini anlamaya uğraşıyordum. “Ee” , dedim, “Kardeşlik kolay değil tabii! Uğraş dur bakalım şimdi!” Kendimle her şartta rahatlıkla dalga geçemesem gerçekten de delirmenin eşiğindeydim. Onu bir türlü çözemiyordum. Sanki bir şeyler onu sürekli dönüştürüyordu ama ne? Kaktüsler hakkındaki hiçbir kitapta böyle bir bilgiyi bulabileceğimi düşünmüyordum.
Aklıma sadece son bir yol gelmişti. Madem ki biz kardeştik ve onu kendime yakın buluyordum, onun sırlarını çözebilmek için kendimden yola çıkmalıydım. Ama nereden başlamalıydım… O sırada barda benim en sevdiğim şarkı çalmaya başladı. Arkamı döndüğümde Cemil’i gördüm. Sevgiyle bana bakıyordu. Belli ki kendimi iyi hissetmem için o şarkıyı çalmıştı. İşe yaramış, her şeyi anlamamı sağlamıştı.
Saksıdaki totem olanca canlılığıyla bana gülümsüyordu.