Zor ve bitmek bilmeyen bir günün sonunda, Şirin Baba kendini yatağına zor atmıştı. Her zamanki gibi Gargamel’in kara büyülerini savuşturmak, şirinlerin sorunlarını dinlemekten bitap düşmüştü. Mantar evinin penceresinden bahar rüzgarı püfür püfür esiyor, adeta onu hiç bilmediği diyarlara tatlı tatlı çağırıyordu. Bir gün daha köyünü türlü belalardan korumuş olmanın ; bu köyün sonsuza dek böyle kalacağına olan inancın verdiği iç huzuruyla, gözleri kendiliğinden kapandı. Şirin Baba, ihtiyacı olan o kopkoyu, derin uykuya balıklama dalmakta hiç gecikmedi.
Pek rüya görmez, görse de pek hatırlamaz, hatırlasa bile bunlara pek önem vermezdi. En fazla, ‘Şirin aşkına, ne biçim bir rüyaydı öyle !’ der, üzerinde şöyle bir düşünür, ak sakalını sıvazlardı. Tüm bunlara rağmen her nasılsa o gece gördüğü korkunç rüyayı, hatta belki buna kabus demek daha doğru olur, en ince ayrıntısına kadar hatırlayacak, bu şirin ömrü boyunca hiç unutamayacaktı. Kim bilir, belki de bunun nedeni bir süredir üzerinde çalıştığı, unutkanlığa iyi gelmesini umduğu yeni iksirinden içmesiydi. Önsezileri ona, kötülerin elindeki en etkili silahın, iyilerin unutkanlığı olduğunu söylediğinden beri takıntılı birşekilde bu iksirin formülü üzerinde çalışıyordu.
Rüyasında, yemyeşil asırlık ağaçlarla dolu bir ormanda, uzaktaki kalabalığa doğru şirin adımlarla yürüyordu. Kalabalığa yaklaştığında Tembel Şirin dışında tüm şirinler, Gargamel ve kedisi Azman, bir mezarın başında toplanmışlardı. ‘Tembel, yine hamakta hayaller kurarken uyuyakalmıştır.’ diye düşünürken, onun o uykulu hali gözlerinin önünde canlandı ve şefkatle gülümsedi. Şirinler, oldukça yorgun ve üzgün görünüyorlardı. ‘Ölen kişi belli ki sevilen birisi, şirinlerim acaba neden bu kadar üzgün ?’ diye onlar için kaygılandı. Yarın ilk iş hepsini mutlu edecek bir iksir yapacak, köyün tüm havasını değiştirecekti.
Kimse, mezarın yanı başına kadar geldiğini fark etmemişti. Sadece Azman kendisine bakarak huzursuz sesler çıkarmış, Gargamel’se ufak bir tekmeyle bu bıçkın hayvanı susturmuştu. İşte tam o anda mantardan yapılmış mezar taşında kendi ismini gördü : ‘Şirin Baba 1958-… / Şirinköy’ün Ölümsüz Bilgesi ’.
‘Şirin aşkına ! ’ dedi şaşkınlıkla, ‘nalları dikmişim, haberim yok !’. Bundan daha da garibi, mezarın başına konmuş, kara güllerden yapılmış simsiyah devasa bir çelengin üzerine iliştirilmiş olan yazıydı: “Ölümünün 10. Yılında seni her zamanki gibi sevgiyle anıyoruz. Dostun Gargamel” .
Demek ölmekle kalmamış, ölümünün üzerinden on sene geçmişti. Dahası, öldükten sonra baş düşmanı fitneci Gargamel barış ilan etmişe benziyordu. Garipti, gerçekten çok garip.
Gargamel, şirinlere hiç olmadığı kadar dost canlısı davranıyordu. Tanımayan birisi onun şu halini görse yüreği sevgiyle dolup taşan iyiliksever bir ihtiyar sanırdı. Şirin Baba, ‘Bu işte bir iş var, Gargamel bir çıkarı olmadan asla böyle davranmaz. Şirinlerim tehlikede olabilir’ diye sezinledi ve yavaş yavaş yürüyen kalabalığı merakla takip etmeye başladı. Buraları avucunun içi gibi biliyordu, bu patika dosdoğru onları Şirinköy’e çıkarmalıydı. Nihayet patika bitmişti ama karşısındaki köy hiç de şirin değildi. Ulu Şirin aşkına !’ dedi, ‘Neler olmuş burada böyle ?’
Bin bir emekle kurduğu, sakarından, tembeline; şairinden duygusalına tüm şirinlerin mutlu, eşit ve hür olarak yaşadığı köy gitmiş, yerine kocaman çirkin bir şantiye gelmişti. Bütün şirinler hayattan bezmiş biçimde tulumlarını giyip hummalı bir çalışma içine girdiler. Güçlü Şirin sırtında beton blokları taşıyor, Usta Şirin elinde kalemiyle sürekli bir şeyler hesaplıyor, Şirine diğer şirinlere durmaksızın çay servisi yapıyor, Şair Şirin ilham alabileceği bir doğa parçası bulmak için umutsuzca etrafına bakıyordu. Tembel yine ortada yoktu, ama ortada ağaç mağaç da kalmadığında hamak kurabileceği bir yer de muhtemelen bulunmuyordu. Sakarlığından dolayı kendisine pek iş verilmeyen Sakar Şirin, şantiye içinde serseri mayın gibi şaşkın şaşkın dolaşıyor, Çılgın Şirinse bir trapezci edasıyla şuursuzca iskelelerde yürüyordu.
O sırada Gargamel, bir köşede Kral Şirin’le gizli bir şeyler konuşuyordu. Şirin Baba, konuşulanları duymak için kulak kesildi. Gargamel, neşeyle ellerini ovuşturarak, ‘Bu şirinlere kat karşılığı attığım kazıkla daha da zengin olacağım, hele bir kendi inşaatlarında çalışmayı bitirsinler tüm şirinleri yaptığım büyüyle altına çevireceğim. Tabii sen de payını alacaksın, inşaat kampanyamızda Şarkıcı Şirin’i kullanarak onlara asla sahip olamayacakları bu evleri pazarlamak deyim yerindeyse dâhiyaneydi! Ayrıca Şirin Baba için düzenlediğimiz anma törenleri de hedefi tam on ikiden vurdu. Sen olmasan o senetleri şirinlere asla imzalatamazdım.’ diyordu. İşbirlikçi Kral Şirin, ellerini önünde kavuşturmuş, sahibini dinliyor ve sadece itaatkar bir ifadeyle onaylarak sırıtıyordu.
Şirinler eski güzel ve mutlu günleri tamamen unutmuşa benziyorlardı. Her biri bir beton parçasına tıkılıp kalmayı bir şekilde kabul etmiş, mantar evlerini kendi elleriyle yıkmışlardı. Daha önce bu topraklarda adı bile anılmayan para, şu anda bu şantiyede hüküm sürüyor, zavallı şirinlerinin hayatlarını, yaşama sevinçlerini ipotek altına alıyordu. Şirinköy’ün tüm değerleri yanısıra Gargamel’in geçmişte yaptıkları kötülükler de tamamen unutulmuş, tüm bunlar belli ki bir kağıt parçasına kurban edilmişti. Sadece on senede meydana gelen bu çarpıcı dönüşüm Şirin Baba’yı fena afallatmıştı.
‘Şirinlerimi kurtarmalıyım ! Köyün yok olmasına izin vermemeliyim ama ölmüşüm elimden ne gelir, ne gelir !’ diye dertlenen Şirin Baba, işte tam o anda bacağında çok büyük bir acı hissetti. Azman nihayet onu bacağından yakalamış tüm gücüyle ısırıyor, adeta yaptığından keyif alarak et koparmak istiyordu.
Bağırarak kan ter içinde uyandı, eli kendiliğinden bacağına uzandı. Kırmızı pantolonu tam da rüyasında ısırıldığı yerden yırtılmış, Terzi Şirin’e iş çıkmıştı. ‘Şirin aşkına ! Düş içinde gerçek, gerçek içinde düş’ dedi, ama şimdi bunlarla kaybedecek zamanı yoktu. Artık ‘unutkanlığı’ engelleyen iksiri düşündüğünden çok daha çabuk yapması gerektiğinin ayırdına varmıştı. Durmaksızın çalışıyor, rüyası bir an olsun aklından çıkmıyordu. İksiri tamamlamayı başarabilirse, şirinler şirinliklerini ve değerlerini unutmadan Şirinköy’de şirince yaşamaya devam edebileceklerdi.
Yorucu çalışmaların, başarısız onlarca denemenin ardından nihayet tamamladığı iksiri elindeki kulplu behere haklı bir gururla dolduruyordu. Bir an evvel kafasındaki bu formülü kağıda da dökmeli, gelecek nesillere bırakmalıydı. Ama işte ne olduysa tam da o anda oldu. Önce bir kol uyuşması hissetti, ardından da şiddetli bir kalp ağrısı. Artık yolun sonuna gelmişti, belli ki kadim dostu Zaman Baba bile ona bir iyilik yapacak durumda değildi. Düştüğünde elindeki beher, Şirinköy ve şirinler için kurduğu hayaller gibi tuzla buz oldu. Yerde can çekişirken ‘şirin aşkına… sadece bir rüyaydı, öyle olmayacak biliyorum..biliyorum…şirinlerim…’ sözleri dudaklarından döküldü, iyimserlikle gülümsemeye çalıştı. Başı yavaşça sol tarafa devrildi, gözünün hizasında cam parçaları ve tahta deney masasının eskimiş ayakları vardı. Şirin Baba, inanmak istemediği o rüyayı, o anda unutmuş olmayı her şeyden çok isteyerek son nefesini verdi.
Ertesi sabah Şirin Baba’nın cesediyle karşılaşan şirinler, ömürleri boyunca başlarına gelebilecek en kötü şeyin bu ölüm olduğunu düşünmüşlerdi.