“Yalnızlık dediğin, eski bir sandalyenin gıcırdamasıdır yalnızlık…”
İskender Abi, Leyla ile Mecnun
Müdavimi olma yolunda ilerlediğim bu mekanda tek başına olma hissini seviyorum. Daha önceleri böyle durumlarda etrafı inceler, gözlemler yapardım. Artık sadece kendimi dinliyor, daha iyi tanımaya, anlamaya çalışıyorum. Hem zaten insanın en çok kendisini anlamaya ihtiyacı yok mu? Neden burada olduğumu, neden her gün buraya gelip zaman geçirdiğimi kendime soruyorum. Bir şey ya da birini mi bekliyorum? Bir şeyden mi kaçıyorum? Tüm bu soruların henüz bulamadığım bir çok cevabı olduğunu uzun zamandır biliyorum.
Ben kendime cevaplar ararken kalabalık bir masaya eklenmeye çalışan genç, “Bu sandalye boş mu?”, diye soruyor, üzerine sırt çantamı koyduğum sandalyeyi işaret ederek. Ve ben bugün üçüncü kez aynı cevabı veriyorum, “tabii ki alabilirsiniz…” Bu son sandalyeyi verirkenki hislerimle hala barışamadığımı duyumsuyorum. Sonuncuyu diğerlerinden ayıran bir şeyler var… Sanki son kale de düşmüş teslim olmuşum, sanki gidenlerin dönmeyecekleri daha aşikar, sanki masanın etrafındaki boşluk, aslında benim boşluğum ve bununla nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyorum… Sanki artık tek başına değil, yalnızım. Hem de pek çok!
Yuvarlak, tahta masanın kıyısında çantamla dımdızlak kalıveriyorum. Tıpkı dün ve diğer günlerde olduğu gibi. Tıkış tıkış mekanda yalnız başıma bir masa işgal ettiğim için hafif suçluluk duyuyorum. Bir yandan da o artık beni gizleyen, kollayan tek şey. Sanki o da giderse kalabalık içinde tüm kusurlarımla çırçıplak ve savunmasız kalacağım. Ona da göz dikerler mi diye düşünürken bir şiir geliyor aklıma, “masa da masaymış ha!” Çantam kucağımda bir süre öylece etrafımdaki hareketliliğin bitmesini bekliyorum. Sonra, onu her zamanki gibi ayağımın dibine özensizce yerleştiriyorum.
İçkimden bir yudum daha alırken, gözüm masamdaki telefonumdan artık bitmek üzere olan tütünüme kayıyor. Etrafta olanlarla hiç ilgilenmeden hızlıca sardığım sigaramdan içerken mekandaki müziği dinliyorum. İçimdeki sorulardan biri, nihayet cevaplarından birine gönül rahatlığıyla kavuşuyor. En kolaylarından ama olsun: “müziğini seviyorum buranın!” İyi ki istediğim sorudan ve cevaptan başlama özgürlüğünü kendime verdim, çok akıllıyım! Hem başlamak bitirmenin yarısıdır derken, içimdeki gerçekçi ses bir anda, “keşke yalnız bunun için sevseydim seni”, diyor. Şiiri düşününce belli belirsiz bir hüzünle gülümsüyorum. Bir şey sadece bir tek şey için sevilebilir mi?
Birden masamdaki sandalyelerden birinin geri geldiğini fark ediyorum. Kim hangi arada getirdi hatırlamıyorum. Dikkat etmemişim. Her kimse elleri dert görmesin. Kadehimi boş sandalyeye kaldırıp, döneceğini biliyordum, iyi ki döndün diyerek bir yudum daha alıyorum.
Masamdaki davetsiz sandalyeye, insanların davetsizce oturup kalktığını hayal ediyorum. Zamanla neyin gerçek neyin kurgu olduğunu karıştırıyorum. Aslında bu durumu içten içe seviyorum, sahipleniyorum. Belki oturuyor konuşuyorlar benimle ama ben onları duymuyorum. Belki sessizce içkilerini içip kalkıyorlar. Belki de hiç konuşmuyorlar ama ben onları o kadar içten dinliyorum ki yoruluyorum bir süre sonra duyduklarımdan. Yoruldum, lütfen gidin artık diyemiyorum. Olsun, hem konuşmak isteyen insanın buna ihtiyacı vardır, git denir mi hiç? İster gözüyle konuşsun, ister aklıyla…
Şimdi sanırım karşımda simsiyah saçlı bir kadın oturuyor, gözlerimin içine bakarak soruyor, ama dudakları kımıldamıyor,
“Neden yalnızsın?”
Afallıyorum. Yalnız değilim, tek başınayım demek istiyorum,
“Bilmem… Çünkü öyleyim…”, diyebiliyorum, kabulleniyorum. Cevabımdan tatmin olmamış gibi belli belirsiz bir mimik yapıyor,
“Sorumun cevabı bu değil. Cevaplamayacak mısın?”
“Cevabımın nesini beğenmedin?”
“Çok kaçamak. Ben bu sandalyeye daha iyi cevaplar almak için geldim. Neden yalnızsın?”
“Yalnız değilim, tek başınayım!”
“Böyle olmadığını ikimiz de biliyoruz. Bu daha da kaçamak ve gerçekliği tartışılır bir cevap.”
“Söyleyene bak, senin gerçekliğin daha da su götürür, bence sandalye boş ve sen yoksun!”
“Konuyu manipüle etmekte uzman mısın bana mı öyle geldi?”
“Değilim aksine şu anda mantığımı kullanıyorum ki uzun zamandır raftaydı kendisi.”
“O halde bir de şöyle bak. Bu soruyu ben değil aslında sen kendine soruyor olmayasın?”
“Nasıl? Benim iç sesim misin yani?”
“Seslerden birisiyim sadece. İçinde şu an öyle bir karmaşa var ki, karşında tek sandalye olduğu için şanslısın. Ya üç sandalye olsaydı da üç farklı ses birden gelseydik? O yüzden sen bunları bırak soruma cevap ver…”
Sandalyeye çaktırmadan daha dikkatli bakıyorum, sanki üzerine siyah bir ışık yansıyor… Anlaşılan yalnızlığın karanlık tarafı gelmiş,
“Başka ne sesler var orada yani içimde? Nasıl anlaşıyorsunuz her şey yolunda mı?”
“Bir ahenk tutturmak için çabalıyoruz ama sen hiç yardımcı olmuyorsun. Hep bir kaos yaratıyor, dengeyi bozuyorsun. Bizler de helak olduk artık sayende. Ama bu bir süreç. Önce yıkım olacak, sonra her şey yeniden oluşacak. Neyse ki biz bunlara oldukça alışkınız. İş sende bitiyor…”
“Tek suçlu ben miyim yani? Ne yapmam gerektiğini de söyle bari sayın ‘kara ışık’”
“Sarkastik olman hoş ama evrendeki her şey ışıktır, bunu unutma.”
“Bak! Sen de kaçıyorsun istemediğin soruları cevaplamaktan. Bu durumda beni de kınayamazsın değil mi?”
“Malesef bana sorduklarının cevapları yine sende. Ayrıca benim bunları cevaplama yetkim yok. Ben sadece sorulara ses veririm. Cevaplayamam, yorum yapamam. Konuyu yine değiştirdin. Cevaplar mısın, neden yalnızsın?”
“Ne işe yarayacak bu cevap? ”
“Yıkım sürecimizin tamamlanması ve iyileşme sürecimizin başlangıcı verdiğin her cevapla ivme kazanacak. Sen kendini tanıyacaksın, biz de içerde eskiden olduğu gibi hoş bir ahenk tutturacağız. Sadece dürüst olmalısın.”
“Seviyorum”
“Nasıl, anlamadım? Neyi seviyorsun?”
“Yalnızlığı…Tek başına olmayı…”
“Ha tamam…Bu bir başlangıç iyi gidiyorsun başka?”
“Melankolik bünyeme iyi geliyor…”
“Bak sen, devam edelim”
“Hep yalnızmışım da şimdiye kadar farkında değilmiş gibiyim”
“Bu tehlikeli bir sanrı olabilir…Ama bir dakika! Bu yorumu bile yapamamalıydım.Yoksa iç ses ayarlarınla mı oynadın?! Devam et lütfen ve iç sesine müdahale etme…”
“Bunu seçtim. Yalnız olmayı… Bu seçimimden pişman değilim. Sadece nasıl başa çıkacağımı bazen bilemiyorum…”
“Harika gidiyorsun…”
“Çünkü beklediğim hiç kimse yok”
“…”
“Kendimi yalnızken bulduğumu hissediyorum. Çünkü en çok o zaman kaybediyorum.”
Kadın bu cevabıma gülümsüyor ve yavaş yavaş kayboluyor… Ben yine gözüm sandalyede düşüncelere dalıyorum. Bu defa bir erkek geliyor. Gerçek mi hayal mi, hangi iç sesim diye heyecanlanıyorum. Sorusunu sorması için gözlerinin içine umutla bakıyorum,
“Pardon sandalye müsait mi acaba?”
Cevap vermiyorum, sadece hayal kırıklığı içinde başımla onaylıyorum. Elim tütüne uzanıyor, bir sigara sarıyorum. Son sandalyenin bir kere daha beni terk edişini dolu dolu içime çekiyorum.