Bekir’im evden gideli tam tamına üç gün oldu. Üç gündür yolunu gözlüyorum ki köşeden şöylece dönüp küçük patileriyle koşa koşa eve dönecek diye. Sanki sırra kadem bastı ufaklık. O ne yapar ki şimdi dışarıda? Korunmasız, sokağı bilmeyen, çelimsiz bir yavru. Neredeyse ayakta zor duruyor, ha düştü ha düşecek. Kendimi besleyemiyorum ki onu besleyeyim doğru düzgün. Yine de alabildiğim en iyi mamaları aldım ona. Alamadığımda da kendi yemeğimi paylaştım. Yemek seçmezdi yavrucak, geçinip gidiyorduk. Doğdu doğalı akça pakça bir ev kedisi…
Bizim mahalleden komşum Hatice Abla, kızı hamile kalınca, “Meryem”, dedi, “Bak bu çok uysal, benim kız da hamile sen al ha? Sana da evde bir can olur”. Baktım kocaman mavi gözlerini dikmiş bana bakıyor, öyle mahzun, öyle güzel. Bir de kucağıma çıkıverdi, e ben nasıl bırakayım onu! Eve aldığımda daha bir aylıktı, sıçan yavrusu gibi… Belki çoğu kişiye göre sıradan bir tekirdi ama o benim Bekir’imdi. İlk dişleri çıktığında gözüm gibi baktığım Tarot kartlarımı kemirdi de hiç ses etmedim. Öylece izledim. Bebelikten tarot yedi, illa ki dışarıda başına gelecekleri kestirmesi açısından faydası olur kerataya.
Bizim mesleğin raconudur, herkesin falına bakarız da kendimizinkine zinhar bakmayız. Uğursuzluk getirir. Bekir kahve fincanının kenarını yalamayı seviyor diye kendime kahve yaptım yaptım fal baktım. Ondan mı gitti acaba? Bir uğursuzluk falan mı oldu? Sonra bunu anlamak için başka bir fal açtım ama uğursuzluktan mı net bir sonuca ulaşamadım. Hem külotumun sol tarafında kendimi bildim bileli kem gözlerden, nazardan, uğursuzluktan korunmak için küçük bir nazar boncuğu taşıyorum. Bana da gençken, daha bu mesleği yapmıyorken başka bir falcı söylemişti, “Üzerinde göz var küçük bir nazar boncuğu al, külotunun sol tarafına tak”. Neden sol taraf hala düşünürüm ama ben de üzerinde göz gördüğüm kim varsa aynı öğüdü veriyorum. Daha da bir Allah’ın kulu çıkıp sormadı, “Neden sol taraf?”, diye.
Mümkünü yok uğursuzluk olamaz. Yoksa o da bu eve giren tüm erkekler gibi vefasız mı çıktı? Demek ki bu erkek milleti kedi de olsa insan da olsa böyle. Bakarsın, kollarsın adam edersin, ayaklarının üzerinde durabildiği ilk anda “ben neymişim”, der, seni beğenmez, kaçar gider bir yosmanın kollarına gönül eğlendirmeye. Ha sonra çoğu pişman olur döner Meryem’ine, benim gibi gözetenini, şefkatlisini nereden bulacaklar tabii? Vicdanlı Meryem de alır onları geri, sanki hiçbir şey olmamış gibi. Ta ki bir daha dönmemek üzere gidecekleri güne kadar… Ahh kafasız Meryem, sen ne zaman akıllanacaksın? Amaan hele akıllı olmak bu dünyanın işi değil, ben deli olayım onlar benim kahrımı çeksinler diyeceğim o da olmuyor. Delilik de kahır da başa kalıyor. Yıllar öyle geçip gidiyor.
Yok, sen dediklerime kanma yine de… Herkes yapar da o yapmaz. O Meryem’ini yalnız koyup da diğerleri gibi gönül eğlendirmeye gitmez. Olsa olsa doğasındandır, kısırlaştırmadığım için Mart ayını gördü mü kendini dışarı attı hayta. Elimden ne gelir ki? Sokak sokak onu arıyorum. Bir kere yüzünü gördüm, “Bekir gel oğlum, gel annene, gel Meryem’ine”, dedim, şöyle bir baktı düşündü sanki, sonra yampiri yampiri kaçtı gitti. Mahallenin bakkalı Resul ağabey birkaç kere görmüş onu, iyiymiş sözde…
Biz seninle böyle mi olacaktık Bekir? Senin haberini başkalarından mı alacaktım? El gibi köşe başından bana bakıp kaçacaktın? İyi haber almak güzel de Meryem’in ne zamandır koynuna aldığı, şu mendebur dünyadaki tek erkekti o. Nefesini nefesime verir, sağ patisini suratımdaki benime koyar huzurla uyurdu. Yanında o kadar güvende hissederdim ki arada üstüm açıldığında örteceğinden bile emin uykuya dalardım. Kimi zaman o konuşurdu rüyasında, kimi zaman ben. Yalnız son konuştuğunda çok keyifli bir şeyler görüyor gibiydi, sokaktaki günlerini gördü de onlara mı kandı acaba?
Aaahhh ahh! Boyun devrilsin Bekir! İsim baban gibi boyun devrilsin. O da zaten senin gibi haytaydı. Gözü hep başkalarının yemeğinde olan köpek gibi açgözlüydü. Köpekte hiç değilse sadakat olur onda o da yoktu. Ama onu da sevmiştim biliyor musun? “Meryem’im ben senin üstüne gül koklar mıyım?” dediğinde hiçbir şey düşünmez inanmayı seçerdim. İnandığımdan da değil ha! Şeytan tüyü vardı şerefsizde. Kumarbaz herifin tekiydi ama kötü insandı diyemem. Elinde değildi. Biraz da çaresizlikten inanırdım, dul olmak kolay değil. Yalnız içince ayarı kaçardı arada bir.
O zaman işte kaçacak delik arardım evin içinde. Ben bir şey yaptığımdan değil. Vay efendim yine mi tarhana çorbası yine mi yemek yok. Sanki kendi üç kuruş para getirdi de bana hesap sorar. Bir gün yine böyle söyleniyor, ben de dayanamadım sıcak çorbayı döktüm herifin zamazingosuna. Beni döverken bir yandan da yanmamak için zıplaya zıplaya pantolonunu çıkarmaya çalışıyordu. Yediğim en ağır ama en eğlenceli dayaktı. İt oğlu it! Sonra gitti gelmedi bir daha. İnşallah iyice bir haşlanmıştır kıymetlisi! Neyse Bekir’im babasına benzemeyecek elbet dönecek bana. Hem o daha genç. Meryem de bir zamanlar gençti, hata yapmadı mı? Yaptı elbet. Bekir’im de yapsın. Varsın biraz takılsın bakalım ama tez zamanda dönsün. Tüm mahalleyi ayağa kaldırdım ki gören olursa bana haber versin diye. Sanki herkesi buyur eder gibi, kış vakti İstanbul gibi yerde kapı pencere açık uyuyorum vallahi. Sırf geldiğinde eve rahat girebilsin diye.
Üç gündür baktığım hiçbir falın da keyfi yok. Karşıma oturuyorlar hepsinin duymak istediği şeyler var. Ama benim aklım fikrim Bekir’de. Başlıyorum anlatmaya, Bekir şöyleydi, Bekir böyleydi diye. Bazısının kedisi falan var da halden anlıyorlar, bazıları da “hadi be bacım artık bak şu fala” ,der gibi gözümün içine bakıyorlar. Amaaan, hepsinin dibine kibrit suyu. Şu tahta masanın dili olsa da konuşsa. On yedi senedir günde kim bilir kaç kişi oturdu karşıma, kaç kişinin içindeki şeytanı gördüm, kaç kişiyi avuttum, kaç kişiye gördüklerimi söyleyemedim sayısını bilmeme imkan yok. Ama hep içimden geçenleri samimiyetle söyledim. Bildiklerime şaşırdıklarında, “Eee Meryem anneniz bilir. O her şeyi görür.”, dedim. Ama biliyor musun, samimi gelen insan belli oluyor. İnsan insan yani. Halden anlayan, dert çekmiş, görmüş geçirmiş. Gözlerinde görüyorum kayıplarını, alınlarında yazıyor bahtları. Ben de onlara ayrı bakıyorum, seviyorum yani böylelerini. Sahte gelenlere de nabza göre şerbeti veriyorum, paralarını alıyorum gidiyorlar.
Herkes bilir benim ne kadar candan olduğumu. O yüzden kahvenin önündeki tahtada en üstte benim adım yazar, hem de diğerlerinden daha büyük. Bu fal kahvehanesinin süper starıyım anlayacağın. Diğer kızlar da bana saygı duyarlar, haset etmezler pek. Hepimiz emekçiyiz neticede. Bizim kahvenin sahibi Peruklu Sadık derler, on yedi senedir patronum. O da eski bir Yeşilçam emekçisi. Adil adamdır, çalışanların hakkını verir. Bende de nicedir gözü var ama hiç sarkıntılık etmemiştir. Eski adamların kibarlığı da ayrı oluyor. Adam seni rahatsız etmeden kompliman yapıyor, incelik yapıyor ne bileyim işte. Ama artık ikimiz de altmışlarındayız, ben başında o sonunda. Birbirimize dostluk etmekten başka olur yanı yok.
İkimiz de bunun farkındayız. İlk işe girdiğimde o daha evliydi. Ben de daha kırklarında çiçek gibi dul bir kadındım söylemesi ayıp. Eşi rahmetli Melahat Abla da can kadındı. Benden başkasına fal baktırmazdı. Bir baktığımda hastalığı gördüm de söyleyemedim. Nasıl içime dert oldu yıllarca. Melahat Abla kahveye gidiyor geliyor, ağzı kulaklarında… “Melahat Abla, bir göğüs filmi çektirsen ya, çok öksürüyorsun”, diyemiyorum. Bizim meslek böyledir bazen kendini tutmak zorunda kalıyorsun. İnsanlar zaten üzgün, yorgun. Hem o hastalığa kim çare bulmuş ki ben bulayım. O zamanlar aklımdan geçmezdi Sadık Ağabey ile bir şeyler, anlarsın ya… Melahat Abla ölünce kendine gelemedi yıllarca. “Adam gerçekten çok sevmiş”, dedim, “Ne şanslıymış Melahat Abla”.
Yine de bazen düşünmedim değil, Sadık Ağabey’den bana sadık bir koca olur mu diye. Beni onun gibi sevmesini istemek ona da haksızlık olurdu belki ama ben de öyle sevilmek isterim elbet. Amaaan, kocalık sevgililik bitiyor da dostluk, arkadaşlık kalıyor. Hem adı koca değil mi, sadığını kim kaybetmiş ki ben bulayım! Ben iki tane eskittim, iki de çocuk büyüttüm, yeter. Alacan koynuna adamı, o masada gördüğü fal bakan, her şeyi bilen efsane Meryem’den ev hanımı Meryem’e dönüşünce büyü de bitecek aşk da. Ne gerek var, böyle iyi. Hem burası benim ekmek teknem. Sonra yüz yüze bakacak halimiz olmaz da ya bir de işimden olursam. Bu yaştan sonra başka yerlerde tanımadığın, kurttan kulağı eksik patronlarla macera da zor. Sermaye yapmaya bile kalkarlar insanı namussuzlar. Hele bir çaresiz görmesinler.
Masanın iki tarafında ben işlerden boş kaldığımda dertleşiyoruz. Bana Yeşilçam günlerini anlatıyor şöyle yaptık böyle yaptık diye. Bir filmde Cüneyt Arkın buna çok sert vurunca yaradana sığınıp dalmış Cücü’ye. Diyor ki, “Hani burnu biraz yamuk ya, işte o benim en gurur duyduğum eserim. Herifçioğlu karşısında insan mı var çuval mı hiç düşünmeden vuruyordu. Tabii bir süre iş vermediler bana vurdulu kırdılı filmlerde.” Anlattıklarının çoğu da kolpa biliyorum ama bozmuyorum Sadık Ağabey’i. Anlattıkça mutlu oluyor. Yapayalnız bir adam. Çoluk çocuk yapmamış, “Şu dünyada dert ortağım bir sen varsın Meryem”, diyor. Bunu duyunca boğazıma bir demir leblebi takılıyor, konuşamıyorum. Zor bela, “Sadık abim sen de benim için öylesin” diyebiliyorum ancak. Son zamanlarda konuşurken sık sık tuvalete gidiyor. Herhalde prostatı başladı. Sen de kocadın be Sadık Ağabey, yine de boylu boslu peruklu adamsın, ha haayyy! Nicesine taş çıkarırsın vallahi. Neyse uzun lafın kısası ben Bekir’imi bulayım da Sadık madık istemem.
Şimdi ne yapıyordur acaba. Evde bazen kartları sererdim önüne, daha ben demeden sağ patisini uzatır kart seçerdi. Söylediklerimi dinlerken de gözleri büyür, arada kulakları oynardı. Bahtı hep iyi çıkmıştı yavrucağın. İnşallah doğru görmüşümdür. Neler diyorum, Meryem’im ben! Tabii ki doğrudur gördüklerim. Hem ona bir şey olursa dayanamam. Ahh Bekir ahh! Ne vardı pipinin doğrultusuna gidecek. Başına neler gelecek kim bilir? Neyse onun da yaradılışı böyle. Ama elime bir geçerse yaradılış falan dinlemeyecem, hemen kısırlaştıracam. Otursun dizimin dibinde yarım bıyık Bekir! Her şeyi öğrendi de kahve pişerken ocağa yaklaşmaması gerektiğini öğrenemedi. Bir sol taraftaki bıyıkları yakardı bir sağdaki. Dışarıda böyle bir risk yok neyse ki. Şimdi ben böyle Bekir’den bahsediyorum diye, sanmayın ki o meşhur kedili kadınlardanım. Hani evinde on tane birden bakan, oturacak yer olmayan mahallenin delisi gözüyle bakılan kadınlardan. Benim bir Bekir’im var o kadar.
Artık gece olmak üzere. Masaları topluyoruz. Tüm gün fal bakmaktan beynim kaynadı. Bir yandan da aklımda benim tekir. Kahve kapandı kapanacak. Yine sokakları bir bir gezip Bekir’i arayacağım. Belki bu defa beni görünce gelir. İnsanların, kedilerin kötülüklerini görmesin, içindeki temiz ruh kirlenmesin istiyorum ama nafile. O da öğrenecek bizler gibi, geçecek bu yollardan düşe kalka, canı acıyacak ama ayağa kalkmasını bilecek. Sonunda gelecek Meryem’ine sığınacak tıpkı diğerleri gibi… Ama o bir daha hiç gitmeyecek. Biliyorum.