icerde-misin-coskun

İçerde misin ?

Yoğun bir iş gününün sonunda eve dönmüş, elimde kumanda, beynimi uyuşturacak bir dizi izlemek için televizyonun karşısına oturmuştum. Ayağımı önümdeki sandıktan bozma pufa uzatarak çayımı yudumlarken, kanalları zaplamaya başladım. Ne çare ki benim uydu alıcısı son zamanlarda adeti olduğu üzere yine hiçbir kanalı göstermiyordu.

Normalde bu saatlerde Kebapçı Celal, “Evlaaaaaat” , diyerek titrek elleriyle ekranda arz-ı endam etmeliydi. Benim gördüğüm ise sadece siyah bir ekranda beliren “Sinyal zayıf veya yok” ibaresiydi.

deli-abdal-hikaye-blog

Tüm gün yeşil siyah bir ekranda kod yazmış olan ben, adeta seviye atlamış, siyah beyaz ekranla dizi finali yapıyordum.

Gerçekten de bir finalde olması gereken hemen her şey vardı. Sonu gelmeyen terslikler, umut, öfke, hırs. Finalin nasıl biteceğiyse halen meçhuldü. Kim kazanacak, kim kaybedecekti ? Kan akıtmadan Türk senaristleri huzura asla kavuşamazdı. Bu durumda kazananın uydu alıcısı olmasına kesinlikle izin vermemeli, kendimi kollayacak bir son yazmalıydım.

Saçlarımı açtım. Dedemden kalan bastonu portmantodan aldım. Uzun paltomu giydim, gümüş yüzüğümü taktım. Dizideki kötü adamlardan olan Coşkun karakteri gibi topallayarak cihazın yanına gittim. Yüzük olan elimin tersiyle ritm tutturarak metal kutuya vurdum, “TAK-TAK…taka-TAK” ardından da ekledim “İçerde misin kız sidikliiiii ?”. Cevap vermedi, belli ki tırsmış şekilde elimdeki dede bastonuna bakıyordu. “Abi, yapma etme valla çanak yüzünden, benim suçum yok” der gibi ışıkları bir kere yandı söndü.

Kendimi tamamen kaptırmış, karakterden çıkamıyordum.

“Neyse, sen bana lazımsın, hele dur. Bak ne anlatıcam sanaa..” dedim. Bunu dediğim anda sesimin, tonlamamın hatta susuşumun bile aynı dizideki Coşkun gibi olduğunu fark ettim. Artık ne zaman ben konuşuyorum, ne zaman o konuşuyor karıştırmaya başlamıştım.

Her ne kadar dokuz canlı bir karakter olsam da şimdi şu kapıdan Kebapçı Celal çıkagelip beni tepeleyebilirdi. Evin alarmını erken kurmaya karar verdim. Bu sırada kedim, baston seslerine uyanmış, şaşkın şaşkın bana bakıyordu.

Ne yapıyordum ben ? Dizi izleyemeyip beynimi uyuşturamadığım zamanlarda dizi karakterine dönüşmek de neyin kafasıydı ? Portmantoya, farkındalığın verdiği panikle çıkardığım paltomu asarken, aynada kendimi gördüm, tanıyamadım. Aynı onun gibi bakıyordum.

“Fazla düşünme dayak arsızııııı” dedi aynadaki bana. Bu konuşan kesin o’ydu. Ben kendime böyle bir şey asla söylemezdim.

deli-abdal-hikaye-blog-dizi

Artık bu kadarı da fazlaydı, bastonu dolabın içine attım, kapısını kapadım. Bir süre dolaba sırtımı dayayarak soluklandım. Kendime gelmek için mutlaka rutinime dönmeliydim. Halen neler olduğunu anlamaya çalışan kedimi okşamaya başladım. Birden, onu severken yine Coşkun gibi ritm tuttuğumu, kafasına doğru yavaş yavaş “TAK-TAK…taka-TAK” yaptığımı fark ettim. Bunu bana yaptıran yüzük olmalıydı. O kadar korkmuştum ki olan bitenden, yıllardır gözüm gibi baktığım yüzüğümü çıkarıp alelacele attım çöpe. Ohhh…dedim, elimi tekrar kediye uzattığımda artık onu eskiden olduğu gibi sevebiliyordum.

Yavaştan yatakta uyku moduna geçip bu kara günü bitirmek iyi olacaktı. Dişlerimi fırçalamak için banyoya gittiğimde, tereddütle kafamı kaldırıp aynaya baktım. İşte hepsi geçmişti. Ben yine bendim. Tüm kabus bitmişti. Coşkun da kim bilir nerelerdeydi. Yüzünü Kebapçı görsündü pis herifin !

“Demek diziler aslında insanların akıl sağlığını korumak içinmiş. Dizi izlemek basbayağı faydalı bir şeymiş.” ,diye aklımdan geçiriyordum. Bundan sonra haftanın beş günü durmaksızın dizi izleyecek, böylece beynimi bir daha çözülmemek üzere derin dondurucuya kaldıracaktım. Bu karardan dolayı kendimi kutladım, rahatladım.

Her şey normale dönmüş gibiydi. Ağır adımlarla yatağıma gittim. Yorganı üzerime çektim. Kabus görmemeyi dileyerek uykuya dalmayı bekliyordum. Gözlerim kendiliğinden kapanıyor, kedim yanımda yatıyordu. Normalleşme, huzur ne güzel şeylerdi.

Aniden salondan bir bağırtı geldi,  “Coşkuuuuuuuuunnnn seni gömeceeeemmm…Coşkuuuun !!”

Sesi duymamla birlikte evden kaçmak için yataktan fırladım. Kedi bu ani hareketimi beklemiyordu. Hazırlıksız yakalanarak yatağın yanına düştü. Afallamıştı. Koridorun duvarına sırtımı yapıştırarak yavaş yavaş salona doğru ilerledim. Yine topallamaya başlamış, Coşkun gibi hareket ediyordum. Celal beni bulmadan evden kaçmalıydım. Salonun kapısına gelmiştim, yavaşça kafamı uzattım. Duyduğuma inanmıştım ama gördüğüme inanamadım!

Lanet olasıca uydu alıcısı düzelmiş, dizi görüntüsü televizyona gelmişti. Tam da Kebapçı’nın Coşkun’a kızdığı, bağırdığı bir sahne vardı. Bense diziye değil, uğradığım şokun etkisiyle uydu alıcısına bakakalmıştım. Yüzüm kireç gibiyken onun ışıkları sanki daha bir canlıydı.

Bir şeyler yapıp, finali lehime çevirmeliydim. Son bir hamleyle kumandaya uzandım, tam kalbine nişan aldım ve bastım kapatma düğmesine. Bir kez daha ışıkları yandı, “Neden abi, sadece şakalaşmıyor muyduk ? Neden kıydın bana?”, demek istedi belki de, ve söndü. Sanki parkeye yavaş yavaş kan sızıyor, milim milim ayak uçlarıma yaklaşıyordu.

Artık karanlıklara gömülmüş dilsiz bir cesetten farksız, öylece duruyordu orada.

Suç aletini yavaşça kanepeye bıraktım. Öldüğünden emin olmak için bir süre daha başında bekledim. O daha iyi oynamıştı ama kazanan ben olmuştum.

Kedim tüm olan bitenden habersiz iştahla mamasını yiyordu. Yarın yeşil siyah bir iş gününe daha uyanmak için huzurla yatağa girdim.

 

deli-abdal-hikaye-blog-Mutluluk

Kara Arife

tas-valide-han-hikaye

Taş

vida deli abdal

Vida

Site Footer

Sliding Sidebar